Mimar Alper Derinboğaz’ın, İstanbul Kültür Sanat Vakfı 4. İstanbul Tasarım Bienali'ne paralel olarak Versus Art Project’te gerçekleştirdiği Space Graph isimli kişisel sergisi 13 Ekim’e kadar devam ediyor.
“Sugar free” mimarlık olarak ifade edebileceğimiz, gösteri toplumunun kritik düşüncenin önüne geçtiği, temsilin ürünün kendisi haline geldiği bugün, güncel mimarlık tartışmasına yapacağımız katkı, sürecin iletişimini tasarlayarak başlamak olabilir.
Çalışmalarını takip ettiğimiz Alper Derinboğaz ve projelerinde işbirliği içinde bulunduğu bireyler ve kolektiflerin; çok disiplinlilik üzerinden mimarlığı yeniden öğrenen ve ifade eden bir süreklilik içinde olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Alper’in İstanbul Kültür Sanat Vakfı 4. İstanbul Tasarım Bienali'ne paralel olarak Versus Art Project’te gerçekleştirdiği Space Graph, mimarlık pratiği üzerinden insan-yapılı çevre ve doğa arasında iletişim biçimlerini sorguluyor, bozuyor, yeniden kuruyor. Alper ile sergi etrafında mimarlık üretimi, kuramı ve eleştirisi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fotoğraflar: Kayhan Kaygusuz & GPOD Produciton
Space Graph’ın arka planından, serginin ortaya çıkış sürecinden kısaca bahsedebilir misin?
Bu sergi, mimarlık disiplininden geldiğim için kendi alanımı da keşfetmek için değerlendirmek istediğim bir egzersiz. Mekanın temelini oluşturan şey mimarlık ama sergi ile mimarlığın bir yandan da sosyal, pozitif bilimler ve sanat ile ilişkisini sorguluyoruz.
Mimarlığı kafanda oturtmaya çalıştığın bir deneme diyebilir miyiz?
Evet. Mimarlığın belirli durumlarda geçerli, belirli durumlarda geçerli olmayan konatasyonları var. Bana ilginç gelen yönlerinden bir tanesi bunun pozitif bilimlerdeki bakış açısıyla pek değerlendirilememiş olması.
Örneğin dünyayı kavramak için güncel fizik teorilerine bakıyorum. Pozitif bilimler kapsamında dünyanın algılanma biçimlerinde belli paradigmalar var. Fizik de bunlardan bir tanesi. Fizik alanında geçtiğimiz yüzyılda dünyayı görme ve algılama biçimlerinde çok önemli değişiklikler oldu. Bunların mimarlık gibi pratiklere ne kadar yansıdığı tartışılır. Tam olarak ilgilendiğim şey, mekan kavramının güncel fizikte space-time bütünlüğü şeklinde değerlendirilmeye başlanması.
Birçok güncel fizik teorisinde aslında zaman ve mekan tek bir şey olarak tarif ediliyor. Yer çekiminin de bunun biçimlenmesinden, geometrisinden oluşan bir güç alanı oluşturduğu söyleniyor. Aslında mimarlık mekan oluşturmaya çalışıyor, zamansızlıkla da bir derdi var. Yer çekimine karşı strüktüre olarak bir başka dert var ama bunların hiçbirisini tam olarak bir süreklilik veya bir bütünlük halinde göremiyoruz. Birçok mimari tasarım ürünü zamansızlığı hedefliyor ama aktif bir mimariden bahsetmek mümkün olmuyor. Bu anlamda mimarlığı zaman - mekan bütünlüğü içinde değerlendirmeye çalışıyorum.
Çevremizde gördüğümüz fiziksel nesneler de aslında bu zaman-mekan bütünlüğündeki deformasyonlardan oluşan şeyler.
Evet mesela güncel fizik teorilerinde evreni asıl inşaa eden gücün master builder olduğu ve bu gücün de zaman-mekan deformasyonundan ortaya çıktığı söylenir. Aslında hepsi tek bir evren biçiminin farklı düzenlerinden oluşur.
Mekanın etimolojik kökeni var oluş, uzam ve aslında “var olma kavramının zaman ve mekanı” olarak geçiyor.
Mekanik, mekanizma da mekandan geliyor. Mekanın aslında aralık-boşluk gibi tanımları var. Bu da mimarlıkta mimarlığı tanımlayan temel şeylerden bir tanesi. Mekanı; sınırları, yüksekliği, boyutu, malzemesi ile tanımlamak dışında, zamanla tanımlamak gibi bir bakış açımız olmuyor genelde. Sergide bunu deniyoruz.
Zaman-mekan olgusunun bir aradalığını mimarlığa nasıl tercüme ediyorsun? Daha önce Reset Foil gibi çalışmalarında alternatif yaşam ve mimarlık yapma biçimlerini sorguluyorsun. Space Graph’da zaman-mekan bütünlüğünden öte multiverse kavramını açabilir miyiz? Birden fazla evrende, birden fazla olasılıkla bir arada yaşıyor olabiliriz.
Mimarlık aslında fiiziksel deneme-yanılmadan çıkarak yaptığın bir şey. Burada bilim teorisinden yola çıkarak baz denemeleri öngörmeye başlıyor, çalışıyor. Çeşitli deneylerle kanıtlansa da, fizik teorilerinin en büyük faydası aslında açıklayamadığımız bazı durumlara çözüm getirerek bugün içinde yaşadığımız dünyada çeşitli inovasyonlara sebep olmaları. Evrenin nasıl oluştuğunu ve kuantum bilgisayarının nasıl olacağı, aslında bu teorilerin sonuçları. Birebir gözlemleyebildiğimiz şeyler olmasa da çeşitli deneylerle tanımlanabilen şeyler. Bu tür teorilerin asla mimarlığa uygulanmadığını görüyoruz.
Deneyle kanıtlanacak kadar pragmatik bir şey de değil mimarlık.
Evet pragmatik değil, sadece pozitif bilim de değil. Space Graph sergisinde bu teorilerin fizik ya da bilimi yönlendirdiği şekle benzer bir şekilde mimarlıkta da yeni anlayışlar ortaya çıkarabilir mi, bunun arayışındayız aslında, bunun denemesini yapıyoruz. Bunun için de mekanı aslında hep süreçle oluşan şeyler olarak tanımlıyoruz.
Süreçten öte, mekan, zaman ile oluşan bir şey de diyebiliriz.
Mekan zamandan bağımsız düşünülemez diye düşünüyorum. Zaman-mekan bütünlüğü, son yıllarda ön plana çıkan deneyim tasarımı kavramı ile de ilişkili. İnsanın bir mekana girip bu mekanı koklaması, hissetmesi, deneyimlemesi, fotoğraftan algılanmaz dediğimiz şeyler… Burada konvansiyonel anlamda aslında zaman boyutunun ziyaretçi-mekan diyaloğuna aktif olarak katılması söz konusu.
Zaman lineer bir oluşum değil. Sen mimarlık yaparken de gidip gelip öğrenip yeniden geri dönüyorsun. Bu da bir süreç ve dolayısıyla zaman-mekan tanımına uzayabilir. Dolayısıyla da güncel tasarım tartışmasındaki “deneyim”e referans verebilir.
Evet, bu da farklı bir bakış açısı getiriyor. Mesela sergide robotun mekan yaratması üzerinden bir fiziksel objenin statik hali değil, olasılıklarını tartışıyoruz.
Evet olasılıkları ve dolayısıyla birden fazla varolma biçimini de endüstriyel robot kol ve sergide yer alan diğer çalışmalar üzerinden ilişkilendiriyorsun.
Statik bir form olarak algılanır ya her şey… Bu algıya alternatif oluşturmak ve bu algının ötesinde bir alternatif düşünebilmek için mekanı da aktif olarak işin içine kattığımız bir şey deniyoruz. Örneğin endüstriyel bir makinenin hareketi bir alan belirler aslında. O alan görünmez bir alan olsa da, belli bir geometrisi ve sınırı vardır. Endüstriytel bir tasarım ürününün aktif olarak bir çeper yaratma mekanizmasını deniyoruz ve arka plandaki ekranda da mekan hareketini manipüle eden bir yansıma var.
Bu manüpülasyonu insan-robot ve yapay zeka üzerinden nasıl okuyorsun?
İnsan yapıyor olduğu şeylerden rahatsız, belki de mutsuz ve kendine farklı bir rol biçiyor. Bunun da ilk adımları olarak robotları ve yapay zekayı görebiliriz. Bu anlamda insan; yapay doğa ve yapay canlılık üretiyor. Sergide öncelikle yapay doğanın ve canlının mekan üretme yeteneklerini deniyoruz.
Bu tüden bir mekan üretme deneyimini kendi mimari tasarım pratiğin üzerinden nasıl değerlendirirsin?
Mimari tasarım birebir deney ve sonuç üzerinden fikir üreten bir alan. Uğraştığı sorunlara da “wicked problems” diyoruz. Yani çözülmesi imkansız derece kompleks problemler. Dolayısıyla bir pozitif bilim gibi çalışamıyor. Çalışması çok zor çünkü tasarım böyle bir alan. Çok farklı hesaplanamaz girdiler var bilimde. Bir taraftan da bilimin ortaya koyduğu bazı teoriler, dünyada birçok insanın bugün geldiği noktada çevresini anlaması için kullandığı yeni gözlükler olarak görülebilir. İnsanın mevcut anlama biçimleriyle ve deneyim duyularıyla algılayabileceği dünya ile ilgil zaten herşeyi anlamış ve yorumlayabilmiş durumdayız. Bunun ötesinde bazı şeyler olduğunu biliyoruz.
İnsan, kendinden daha üstün bir şey olarak tasarladığı ürün ile karşılaştığında, nasıl iletişim kuracak?
Aslında endüstriyel robot kolun bir yörünge oluşturmasının denemesini yapıyoruz sergide. Mekan algısını yaratıyorsun, ölçek algısını değiştiriyorsun. Hız algısını manipüle ediyorsun. Böylelikle sergi, bu kavramlar üzerine düşünmeye ve farklı deneyimler yaşatmaya teşvik ediyor, davet ediyor.
Burada sadece hareketi değil, zaman-mekan bütünlüğünü manipüle ediyorsun.
Evet, bu enstalasyonla zaman-mekan-mesafe arasındaki bütünlüğü çarpıtıyoruz, manipüle ediyoruz, deforme ediyoruz. Zaman-mekan bütünlüğünde aslında ölçülerin sabit olmadığına dair şeyler var. Zamanın, yer çekimine yaklaştığın zaman daha hızlı akması gibi durumlar söz konusu.
Büyük resimden bakacak olursak, kopan doğa-insan ilişkilerine de yeniden bağ kurmak adına bir eleştirin var.
Doğaya aslen yakınız ama bir konformist bir inanca bağlı yaşadığımız için artık bu çağda, birçok şeyi de unutmuş durumdayız. Yapay ilişkiler kuruyoruz bu yüzden.
Bu yapay ilişki kurma sebebimizin doğaya güvenmediğimiz için olduğunu düşünüyorum. Doğaya güvenmiyorsun, doğayı işliyorsun ve işlenmiş malzemeye daha çok güveniyorsun.
Evet, sergideki çalışmalarda da aynı şey söz konusu. İnsandan daha üstün bir mekanizma üretmeye çalışıyorsun ve bu mekanizma üzerinden gerçeklik ve olasılık geliştiriyorsun.